Salı, Mayıs 30, 2006

Kilisede ezan sesi

Mercan Dede Fransa'da düzenlenecek Müzik Festivali'nin özel konuğu olarak 5 konser verecek. Konser Saint Denis Katedrali'nde yapılacak. Tarihî kilise ezan sesi ve ilahilerle yankılanacak.
Farklı müzik tarzı ve sıra dışı görüntüsüyle tanınan Dj Arkın Allen, nam-ı diğer Mercan Dede, önümüzdeki ay Fransa’da 35.si yapılacak olan Saint Denis Klasik Müzik Festivali’nin özel konuğu olarak 5 konser verecek. Fransa’nın ünlü müzik festivallerinden birisi olan Saint Denis’te her yıl özel bir sanatçı seçiliyor ve festivalin ana temasını ve serisini bu sanatçı belirliyor. Festivale ‘özel konuk’ olarak davet edildiğinde Fransa’nın siyasi ve kültürel öneminden dolayı bunu Türkiye’nin tanıtımı için bir fırsat olarak gören Arkın Allen, konseri sırf “Mercan Dede” konseptiyle vermek istememiş. Bu sebeple İstanbul’un kültürel mozaiğini yansıtacak bir konsept hazırlamış. Projesinde etnik müzikten tasavvuf müziğine, Kürt sanatçılardan Ermeni korosuna kadar çok geniş bir yelpazeden sanatçıya yer veren Mercan Dede’nin planları son anda gelen bir haberle sekteye uğramış. Daha önce konser davetini kabul eden Fransa’daki Aram Kerovpyan’ın şefliğindeki AKN Ermeni korosu son dakikada konserden çekildiğini açıklamış.
Katedralde tasavvuf müziği ve hafız sesleri
Geçen hafta Fransa’da çıkması planlanan Ermeni yasasını hatırlatan Mercan Dede, bu konserlerle Türkiye topraklarında yüzyıllardır hakim olan hoşgörüyü ve bütün kültürlerin bir arada yaşayabildiğini göstermek istediğini söylüyor. Mercan Dede, bu beraberliği temsilen farklı müzik kültürlerinden 25 kişilik bir ekiple Fransa’da konserler verecek. Bu konserlerden biri katedralde gerçekleşecek. Zira bu sayede Türk müziği özellikle tasavvuf müziği bir Fransız katedralinde icra edilme fırsatı buluyor. Konserde Mercan Dede’ye, günümüzün önemli icracılarından kanunda Göksel Baktagir, udda Yurdal Tokcan, klarnette Aykut Sütoğlu ve Serkan Çağrı, kemençede Neva Özgen, elektrik kemanda Hugh Marsh eşlik edecek. Konserin konukları ise çok ilginç; Kürt şarkıcı Aynur Doğan, hafız Yahya Soyyiğit ve Furkan Biçer. Eğer son anda çekilmeseydi Ermeni korosu da konserde sahne alacaktı. “Cezbeden İstanbul” adını taşıyan konserlerde klarnet ile Balkanlara, ud ile Yakındoğu’ya, viyolonsel ile Batı’ya, tasavvuf müziği ile bu toprakların dinî inançlarına, Kürt şarkıcı Aynur’un şarkılarıyla bu toprakların bir parçası olduklarına vurgu yapılacak. Mercan Dede ise kendi anlatımı ile Batı’nın ona ilgi duymasının sebebi olan gelenekselle moderni, Doğu ile Batı’yı, geçmişle geleceği bir araya getiren müziğini icra edecek.
Klarnet eşliğinde sema gösterisi
Mercan Dede, geçtiğimiz çarşamba günü hem yeni çıkan albümü Nefes’in tanıtımını yapmak hem de Fransa’daki festival ile ilgili bilgi vermek için Galata Mevlevihanesi’nde basının kaşısına çıktı. Fransız gazetecilerin de katıldığı bu tanıtımda özel bir konser veren Mercan Dede ve ekibi, ilginç bir gösteriye de imza attı. Gösteride saz, ud, klarnet, ritim davulları ve vokal olarak Amerika’da yaşayan İranlı sanatçı Azam Ali vardı. Mercan Dede’nin Nefes albümünden parçalar icra eden ekibin müzikleri dinleyenleri tarafından beğenildi. Ancak semazenlerin klarnet, saz ve ud eşliğinde yaptıkları sema gösterisi izleyenlerini şaşırttı. Klarnet eşliğindeki gösterisi Fransız gazetecileri heyecanlandırdı. Gösterinin ardından görüştüğümüz Mercan Dede, Türkiye’nin kendini ve kültürel mirasını Batı’ya anlatması gerektiğini söylüyor ve ekliyor: “Bu süreçte bence sanatçılara politikacılardan daha çok iş düşüyor. Politika bir ideolojiyi barındırır. Sanat direkt olarak gönülden konuşan insanların işi ve yaptıkları gönüllere işliyor. Bizim birlikte barış içinde yaşadığımızı, hoşgörümüzü ve kültürümüzü, “biz barış içindeyiz, bizim Türk müziğimiz var” demek yerine göstererek anlatmalıyız. Bu anlamda iyi müzisyenlerle gidip iki saatlik bir konserle bu mesajları daha etkili olacak şekilde verebilir.”

Pazar, Mayıs 28, 2006

Messenger’da Çin’i bile solladık

Türklerin en sevdiği işlerin başında gelir sohbet etmek. Neredeyse genlerimize kadar işleyen bu özelliğimizi artık sanal âleme de taşıdık ve yeni bir dünya rekoruna imza attık.
Bu uğurda nüfusu bizden çok fazla olan ABD’yi geçmek şöyle dursun 1,3 milyar nüfusa sahip Çin’i bile bilgisayar başında sohbet yaparak solladık.

Adeta “Türkler sohbeti sever” sözünü boşa çıkarmamak için yemedik, içmedik bilgisayarın başında sabahladık. Guinness Rekorlar Kitabı’na girecek bir performans sergileyen 118 milyon MSN Messenger abonesinin girişimleri neticesinde dünya beşinciliği koltuğuna kurula kurula oturduk. Ne mi kazandık? Bu sorunun cevabını henüz kimse net olarak açıklayamıyor; ama “Chatseverler, bu hızla giderse bir yıl sonra kesin birincilik koltuğuna otururuz” söylentileri şimdiden kulaktan kulağa dolaşmaya başladı bile.

Zira Microsoft’un patronu Bill Gates’in açıklamaları da bu yönde. Türkiye internet üzerinden gönderilen mesaj sayısında Japonya’yı 22’ye katlarken, Çin ve Amerika gibi ülkelerin de önüne geçti. Abone sayısında Türkiye’nin gerisindeki ülkeler arasında Çin ve İngiltere de var. Microsoft MSN’nin Ortadoğu ve Afrika bölgesi sorumlusu Ebru Çapa, 31 Mart 2006 tarihi itibarı ile Türkiye’de MSN abone sayısını 11 milyon 789 kişi olarak açıkladı. Çapa, ülkemizin bu sayı ile 12 milyon 188 bin aboneli Fransa’dan hemen sonra geldiğini kaydediyor.

Yine Microsoft’a göre, Türkiye’de MSN kullanıcılarının listesinde ortalama 66,8 kişi bulunuyor. Ayda ortalama 16,8 milyon konuşma penceresi açılıyor. Bu sohbet penceresi sayısında da Avrupa’yı geride bıraktık. Almanya ve İtalya bizi yakın takibe alan iki ülke.

13 MSN ülkesi, bir Türk’e emanet

Türklerin bu işi çok sevdiğini keşfeden Bill Gates, Türkiye dahil 13 ülkeyi Ebru Çapa’ya emanet etti. Daha önce Microsoft Türkiye’de çalışan Çapa, bugün İsrail, Güney Afrika ve Suudi Arabistan’daki chat meraklılarını yönetiyor. Tabii ki bu başarı sadece MSN ile sınırlı kalmıyor. Hotmail kullanımında da dünya sekizincisi olduk. Şirketin web tabanlı e-posta servisi Hotmail’de 31 Mart 2006 itibarıyla 8 milyon 675 bin ‘tr’ uzantılı posta adresi bulunuyor.

Aman dikkat! Chat’in fazlası zarar

Dünyada 900 milyon kullanıcı, 285 milyon internete bağlı bilgisayar, Türkiye’de ise 8 milyon civarında kullanıcı ve 300 bin civarında internete bağlı bilgisayar bulunuyor. Bilgisayar başı sohbetler, boşanmalara kadar varan sonuçlar doğuruyor. Türkiye’de kadınların yüzde 7,6’sının erkeklerin ise yüzde 20’sinin internet kullandığını belirten uzmanlar, chat’in bir süre sonra insanları bilgisayara bağımlı hale getirdiğini vurguluyor. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Evlilik Danışma Merkezi sorumlusu Psikiyatrist Dr. Rukiye Hayran’a göre, karşı cinsle chat yapma merakın sebebi eşler arasındaki iletişimsizlik. İnsanların yakınlık kurma, ilgi, şefkat gösterme duygularını kaybettiğine dikkat çeken Hayran, büyük şehirlerde insanların evli olsalar bile kalabalıklarda yalnızlık yaşadığını belirtiyor. “Sanal âlemde tanımadığı insanlarla sınırsızca her konuda konuşmak insanların merak ve macera duygularını da tahrik ediyor. Kimi zaman sigara, kumar gibi bağımlılık haline gelebiliyor bu istek.” diyor.

Chat yaptığı kişi kızı çıktı

51 yaşındaki Çinli’nin, chatte tanıştığı genç kızla buluşmak istedi. China Daily gazetesinin haberine göre, ismi ‘Zhu’ olarak açıklanan adamın 1 hafta boyunca yazıştığı kişi kendi kızı çıktı. Yine benzer bir örnek Türkiye’de yaşandı. Uzun süre chat yaptığı kadına buluşma teklif eden A.D., gittiği restoranda kötü bir sürprizle karşılaştı. Randevu verdiği kişinin kendi karısı olduğunu öğrenen adam şoka girdi.

Yargıtay, chat yapanı boşuyor

Eşinin internette chat yaptığı kadınlara bekâr olduğunu yazdığını ve aldattığını iddia eden Ş.A., yerel mahkemeye boşanma davası açtı. Eşi boşanmamakta direnince Ş.A., eşinin chat ve elektronik posta dökümlerini mahkemeye delil olarak sundu. Mahkeme, AŞ.’nın sunduğu delillerle boşanmasına karar verdi.

'Oh! Mis gibi marul kokuyorsun!'

Amerikalı bir şirket, akla hayale gelmeyecek parfümler üretiyor. Tasarımcı Stella McCartney'nin favorisi ise "marul" esansı
Stilton Peynir İmalat Şirketi geçtiğimiz haftalarda gurmelerin favorilerinden olan "Stilton mavi peyniri"nin parfümünün yapıldığını açıkladı. Kokular üzerine araştırmalar yapan nörolog Dr. Alan Kirsh çedar peyniri kokusunun "öğrenmeyi engellediği"ni ortaya çıkarmasına rağmen topraksı ve meyve aromalı "Eau de Stilton" parfümünün koklayanlar üzerinde bıraktığı etki bilinmiyor. Kimin "peynir gibi" kokmak isteyeceği meçhul. Bu bile Amerikalı Demeter Fragnances (www.demeterfragrance.com) şirketini "tuhaf" hatta "akıl almaz" parfümler üretmekten geri bırakmıyor.Portföyünde yüzlerce tuhaf parfüm barındıran Demeter'in esansları arasında en dikkat çekenleri şunlar: "Plastik", "Pancar", "Ateş", "Çamaşırhane", "Cenaze Evi", "Suşi", "Yeşil Çay", "Cappucino" ve tozlanmış bir Barbara Pym romanından esinlenerek yapılmış "kitap". Firmanın doğadan esinlenerek ürettiği "Yağmur", "Kar", "Çamur", "Küf" ve "Okyanus" parfümleri de var.Demeter'in son icadı ise bu yıl 50'nci yaşını kutlayan "Play-Doh" oyun hamurlarının parfümü. Şişesi 19 dolara satılıyor. Demeter kokularını kullandığı bilinen ünlüler de var. Şirketin web sitesinden yaptığı açıklamaya göre bakın kimler "nasıl kokuyor":

Çamur: Clint Eastwood, Kate Moss, Sharon Stone
Havuç: RuPaul
Tarçınlı ekmek: Tyra Banks
Creme Brulee: Samaire Armstrong
Marul: Stella McCartney
Yağmur: Uma Thurman
Domates: Courteney Cox

Türkçe'yi hep beraber katlediyoruz

Dünya üzerinde yaşayan Türk sayısı bugün için 200 milyon. Türklerin yaşadıkları toprakların tümü Avrupa kıtasından daha büyük.
Hatta Çin topraklarının yüzde 18’inde bile Türkler yaşıyor. Peki tarihte büyük devletler kuran, köklü bir medeniyet geleneği oluşturan Türklerin kullandığı lisan dünya üzerinde neden yeterince tanınmıyor?Araştırmalara göre şu anda 6 milyarlık dünya nüfusu içinde her 100 kişiden en az 3’ünün anadili Türkçe. Bunların da üçte biri Türkiye’de, üçte ikisi Türkiye dışında yaşıyor. Bütün bu veriler ortadayken Türk dilinin içler acısı durumu hayli düşündürücü. Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Hamit Dikmen’e göre ülkemizde yabancı kelimelerin istilasına uğrayan Türkçe, sadeleştirmeye kurban ediliyor. Dilimizin içine düştüğü vahim durumu Dikmen, “Türkçe, kültürsüz ve medeniyetsiz bir kabile dili olma yolunda hızla ilerliyor.” sözleriyle özetliyor. Türkçenin zenginliğinden, anlatım kolaylığından ve inceliğinden yararlanılmadığını belirten Hamit Dikmen, sezgiye dayalı bir anlaşma yolu tercih edildiği için, günlük kullanımdaki kelimelerin sayısında bir azalma görüldüğünü kaydediyor. Dikmen, dilde yaşanan olumsuz gelişmeleri günlük yaşamda kaba ve argo sözlerin artmasına, basın-yayın organlarında anadile gereken önemin verilmemesine ve bu alandaki kontrolsüzlüğe bağlıyor. Dikmen’in tüm bu olumsuzlukların önüne geçecek teklifi ise Türkçeyi Koruma Kanunu’nun çıkarılması. Üstelik bu kanun hemen hayata geçirilmeli. Sözlüklere bakmıyoruz bile! Türkiye Türkçesi, güncel birtakım sorunlar yaşamasına karşılık kültür, sanat, edebiyat ve bilim dili olarak kabul ediliyor. Türkçedeki kelime sayısı 75 bine ulaşmış durumda. Ancak bu zenginlikten yeterince yararlanılmıyor. Her toplumda gündelik hayatta kullanılan kelime sayısı, o dilin genel söz varlığına göre değişiyor. Ancak, ülkemizde bu oran çok düşük. En fazla beş yüz kelime ile haber programları; hatta diziler çekiliyor. Bu noktada Dikmen, sözlük kullanma alışkanlığımızın da tam olarak gelişmediğine dikkat çekerek “Kelimelere kendimize göre anlamlar yükleyip kullanıyoruz. Sözlükten yararlanma alışkanlığımız tam olarak gelişmemiş. Türkçe kökenli kelimeleri, yabancılarla karıştırıyoruz. Söz gelişi ‘gözaltına almak’ ile ‘gözlem altına almak’ sözleri yerli yerine kullanılmıyor. Bu yanlışı kitle iletişim araçları yapınca, toplum içinde hızla yayılıyor. Kelime kullanımı eğitimi ilkokuldan başlanmalı.” diyor. Peki Türkçeyi doğru ve güzel olarak kullanabiliyor muyuz? Ne yazık ki bu konuda da çok gerideyiz. Türkçenin kullanımıyla ilgili yaşanan sıkıntıların başında söyleyiş bozuklukları geliyor. Özellikle yabancı kaynaklı alıntı kelimelerde bu problem göze çarpıyor. Türkçenin doğru kullanımı konusunda duyarlılığın artması gerektiğinin altını çizen Dikmen, dilimizin daha çok İngilizceden etkilendiğini hatırlatıyor. Fransızların dillerini korumak için yasa bile çıkardığını hatırlatan Dikmen, çocukların birkaç dil öğrenmesini istiyor; ama yabancı dille eğitimi de yanlış buluyor. Yabancı kelime kullanma özentisi Matematik, fizik, kimya gibi derslerin anadille öğretilmesinden yana olan Dikmen, Türkçenin biraz da özentiden zarar gördüğünü vurguluyor. Yabancı dillerin Türkçedeki söz varlığı dizimini de vurduğunu ifade eden Dikmen şu örnekleri veriyor: “Divan Oteli demek dururken ‘Hotel Divan’, ‘The Marmara’ demek Türkçenin söz dizimi ve özelliklerini zorlamaktadır. Yeni bulunan ve üretilen eşya ve aletler, ülkemize adıyla geliyor. Mesela air-conditioner, disket, faks, kamera, kompakt disk, monitör, printer, tubeless gibi. Yeni bulunan ve üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu cihazların çeşitli özellikleri, parçaları kullanıcıları ile ilgili kelimeler de dilimize girmeye başladı. Hatta bu kelimelerden fiiller türedildi: Air-conditioned araba, kaset, diskjokey, videojokey, hardware, software, zapping, zoomlamak. Kısa süre içerisinde yabancı kaynaklı kelime kullanmak bir özenti halini aldı.” Türkçeye giren yabancı kaynaklı kelimelere karşılıklar bulunmasını gündeme getiren Dikmen, toplumlar arasında mesafenin kalktığı günümüzde etkilenmenin daha büyük boyutlara ulaştığını düşünüyor. Efendy, Kitapchi, Kebabchi, Yemish... İşyerlerine verilen yabancı isimlerin dildeki bozulmanın bir başka boyutunu oluşturduğunun altını çizen Yard. Doç. Dr. Hamit Dikmen, sözlerini şu şekilde sürdürüyor: “Bu eğilim ne yazık ki gittikçe yaygınlaştı. Sokak ve caddelerin görüntüleri bozuldu. Sokaklarımız artık bize tanıdık gelmiyor; Rainbow Kasabı, Groseri Market gibi… Bir kasabın dükkanına ‘Rainbow’ adını vermesi kadar gülünç bir şey olamaz. İşyerlerinde gelenekselleşmiş Türk imlası yerine yabancı imlasıyla yazma eğilimi dikkat çekiyor: Efendy, Hotel Taxim, Laila, Vishne Bar, Neshe, Eskidji, Kitapchi, Yemish, Kebabchi, Derichi şeklindeki isimler Osmanlı Devleti’nin son günlerindeki işgal dönemi İstanbul’unu hatırlatıyor.”

İstanbul'un piknik alanları

MESİRE ALANLARI

İstanbul'a çok yakın ve eşsiz doğa güzelliklerine sahip ''yasal mesire alanları''ndan bazıları şöyle:

-Avcıkoru: Üsküdar-Şile TEM Otoyolunun Ömerli mevkiinde, zengin ağaç örtüsüne sahip mesire yerlerinin başında geliyor. Oturma alanları bulunmamasına rağmen genişliğiyle kalabalık grupları ağırlama ve dinlenme imkanı sunuyor. Patika yollarla ormanın içleri gezilip, farklı bitki ve böcek türleri keşfedilebilir.

-Aydos: Osmanlı imparatorluğu döneminde av alanı olarak kullanılan 6 bin 620 dönümlük mesire yerinde gölet, piknik sahaları, büfe ve koşu parkurları bulunuyor.

-Ayvat Bendi: Ayvat Deresi üzerinde kurulu olan mesire yeri, tabiat ve fotoğraf meraklıları için zengin bir mekan olma özelliğine sahip.

-Azizpaşa: Maslak-Gültepe-Levent-Kağıthane-Eyüp gibi yerleşimlere yakınlığı, ilginç bitki örtüsü ve geniş piknik alanlarıyla tercih edilen bir bölge.

-Belgrad Ormanları-Bentler: Osmanlı İmparatorluğu döneminde şehrin su ihtiyacını karşılamak amacıyla birbiri ardına inşa edilen, Topuzlu Bendi (1750), Valide Bendi (1796) ile 2. Sultan Mahmut Bendi (1839) burada bulunuyor. Mesire yerinde ormanın derinliklerine kadar uzanan yürüyüş parkurları ve bisiklet yolu yer alıyor.

-Belgrad Ormanları-F.Rıfkı Atay Mesire Yeri: Neşet Suyu ve Kömürcübent arasındaki 200 dönümlük alanda misafirlerini ağırlayan mesire yeri, ahşap oturma mekanlarıyla donatıldı. İçerisindeki mini futbol sahası bulunduran mesire yerinde yürüyüş parkurları da yer alıyor.

-Belgrad Ormanları-Neşet Suyu Mesire Yeri: Ulaşım kolaylığı ve Belgrad Ormanları'nın tam ortasındaki konumuyla yılın dört mevsimi tercih edilen mesire yeri, güzel suyunun yanı sıra, Büyükbent etrafında 8 kilometrelik koşu parkuru, temiz piknik alanları, kafeteryası ve otoparkı ile vatandaşlara ideal imkanlar sunuyor.

-Binbaşı Mesire Yeri: Zengin bir ağaç ve bitki örtüsüne sahip piknik alanında yürüyüş parkuru ve oturma mekanları dikkati çekiyor.

-Büyükada: Mesire yerinde 85 oda 200 yataklı tesisler bulunuyor.

-Çatalca-M.Çakmak Mesire Yeri: Çatalca'nın önemli dinlenme ve piknik yerlerinden biri olan mesire yerinde açık yüzme havuzu yaz aylarında hizmet veriyor.

-Çilingoz Mesire Yeri: Karadeniz kıyısında bulunan mesire yeri, balık tutma meraklıları için eşsiz bir seçenek oluşturuyor.

-Değirmenburnu: Heybeliada'da bulunan mesire yerinde aşıklar yolunda yürüyebilir, koşabilir veya hemen kenarında piknik yapabilirsiniz.

-Dilburnu: Adalar'da bulunan mesire yerinde, piknik, plaj, yürüyüş ya da yelken gibi aktiviteler gerçekleştirilebilir.

-Elmasburnu Mesire Yeri: Karadeniz kıyısında bulunan mesire yeri, zıpkınla balık avcılığı için çok ideal. Mesire yerinin hemen karşısındaki Martı Adası, çok sayıda deniz kuşunu barındırıyor.

-Fatih Çeşmesi: 250 dönümlük bir sahada kurulu olan mesire yeri, piknik alanları ile dikkati çekiyor.

-Fatih Çocuk Ormanı: Bisiklet, kros ve yürüyüş gibi aktivitelerden sonra havuzunda serinleyebilir, akşam yemeğinizi canlı müzik eşliğinde yiyebilirsiniz. Çam ağaçlarının altına uzanıp dinlenebilirsiniz.

GAZİ MAHALLESİ MESİRE YERİ

-Gazi Mahallesi: İstanbul'un hemen yanı başında gözden kaçan güzelliklerinden biri... Alibeyköy Barajı olarak da bilinen mesire yeri, Gazi Mahallesi, Alibeyköy ve Yeşilpınar gibi yerleşimlere sınır olarak 785 dönüm üzerine kurulmuş. Oturma mekanları bulunmamasına rağmen yürüyüş ve piknik için uygun şartlara sahip.

-Göktürk Göleti: Dinlenme, gezi ve İstanbul'u çevreleyen geniş ormanlardan gelen suyu tutmak için 560 dönümde oluşturulan Göktürk Göleti, çevrenin önemli cazibe merkezlerinden biri. İSKİ'nin denetimindeki baraj gölü, görsel zenginliğinin yanı sıra dinlenme ve yürüyüş aktiviteleri için çok uygun. Fotoğraf alıp martıların maviyle yeşil arasında süren yaşamlarını görüntüleyebilirsiniz. Buna karşın göletlerde yüzme ve balık avcılığına risk taşıdığı için izin verilmiyor.

-Göztepe: İstanbul'u ve boğazı farklı bir panoramadan seyretmek istediğinizde, Anadolu yakasında mutlaka bulunmanız gereken noktalardan biri. Oturma masaları henüz bulunmamasına rağmen çam ağaçlarıyla çevrili düzlükler piknik için uygun.

-Hacet Deresi: Tuzla çevresinin önemli piknik alanlarından biri. Düzlük sahada küçük oyun bahçeleri ve oturma grupları var.

-İmrahor: İmrahor göletinde bulunan mesire yerinde oluşturulan oturma ve yürüyüş alanları hizmete açık. Özellikle hafta sonu başta aileler olmak üzere, okul, dernek ve işyerlerine ait gruplar tarafından tercih ediliyor. İmrahor Göleti'nde de suya girilmesi ve balık tutulması yasak.

-Mehmet Akif Ersoy Mesire Yeri: Sarıyer ve Levent gibi yerleşimlere yakınlığıyla önemli avantajlara sahip. Üstelik son derece güzel restoran ve bakımlı oturma alanlarıyla kalabalık grupların konaklamasına imkan veriyor.

-Mihrabad Mesire Yeri: 200 dönüm üzerine yayılan mesire yeri, oturma alanları, büfesi, koşu parkuru, çocuk parkı ve diğer birimleriyle günün her saati ziyaret edilebilir.

-Tayakadın Mesire Yeri: Yeşili, bakımlı üniteleri ve hizmet kalitesiyle Avrupa yakasının önemli buluşma noktası. Kendi
imkanlarınızla yapacağınız piknik keyfinin yanı sıra, kafeteryasında hizmete sunulan mönüden yararlanabilirsiniz.

-Taşdelen Mesire Yeri: Çam, meşe, kayın ve köknar ağaçlarıyla kaplı 800 dönümlük mesire yerinde, orman içi yollarla çeşitli yönlere yürüyüş ve koşu yapma imkanı bulunuyor. Ailenizle oturup kendi sofranızı hazırlayabileceğiniz gibi, restoran ve büfe kısmından da yararlanabilirsiniz.

KORULAR

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sorumluluk alanındaki korular ise şunlar:
Florya Ormanı, Yıldız, Emirgan, Hacıosman, Kabataş, Hidiv, İdealtepe, Harem ve Gözdağı koruları, Küçükçamlıca, Büyükçamlıca.''

İstanbulluların huzur içinde piknik yapabilecekleri yasal mesire yerlerine ulaşım ve diğer konularda bilgi almak için İstanbul İl Çevre ve Orman Bölge Müdürlüğü'nün ''http://www.istanbulcevor.gov.tr'' adresinden yararlanılabilir.

Cumartesi, Mayıs 27, 2006

İlahiyatçılara artık öğretmenlik yok

YÖK Genel Kurulu'nda alınan kararla, ilahiyat fakültelerinde öğretmen yetiştirme dönemine son verildi. Genel Kurul'un dünkü toplantısında, toplam 10 ilahiyat fakültesinde bulunan ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği eğitim fakültelerine bağlandı. 28 Şubat sürecinde alınan bir kararla, daha önce ilahiyat fakültesi mezunlarının yaptığı din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği için ayrı bir bölüm açılmıştı. Toplam 10 ilahiyat fakültesinde açılan ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği bölümlerinden yetişenler, öğretmenlik yapabiliyordu. Dün yapılan YÖK Genel Kurulu'nda ilahiyat fakültelerine bağlı öğretmenlik branşı, bu fakülteden alınarak, eğitim fakültelerine bağlandı. Böylece ilahiyat fakülteleri ile öğretmenlik mesleği arasındaki fark tamamen kalkmış oldu.
Başörtü sorununa çözüm! Öğretmenlik mesleği yapanların öğrencilere örnek olması nedeniyle, başörtülü görev yapamayacağı yönünde alınan Danıştay kararının da etkisi olduğu iddia edilen söz konusu bu kararla, daha önce ilahiyat fakültesinde yetişen ve başörtü konusunda daha esnek davranıldığı savunulan öğrencilerin, disipline alınmasının amaçlandığı öne sürülüyor. Ankara, Atatürk, Çukurova, Dicle, 9 Eylül, Erciyes, Marmara, 19 Mayıs, Selçuk ve Uludağ üniversitelerinin ilahiyat fakültelerindeki toplam 10 din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği bölümü, eğitim fakültelerine bağlanacak. Toplam 470 kontenjanlı bölümlerin puanları da 357 ile 361 arasında değişiyordu. Bu öğrencilerin bir kısmı da öğretmenlik branşı olduğu için Milli Eğitim Bakanlığı'ndan burs alıyordu.
Gelecek yıl geçerli Karara göre, ilahiyat fakültelerinde eğitimi devam eden ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği bölümü öğrencileri, fakülte değiştirmeyecek, girdikleri fakültelerden mezun olacaklar. Karar, 2006-2007 eğitim-öğretim yılından itibaren geçerli olacak. İlahiyat fakültesi mezunları, 1.5 yıl tezsiz yüksek lisans yaparak liselerde din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği yapabiliyordu. Bu uygulama devam edecek. İlahiyat fakültelerinde tezsiz yüksek lisans yapan mezunlar, Milli Eğitim Bakanlığı'nın ihtiyaç duyması halinde ilköğretim okullarında da görev alabiliyorlardı. YÖK'ün yaptığı düzenlemenin bu uygulamaya nasıl yansıyacağı ise henüz netlik kazanmadı. Yeni düzenlemeye göre, gelecek yıldan itibaren eğitime başlayan bölüm öğrencilerine meslek dersleri için ilahiyat fakültelerinden hocalar gelecek.

Salı, Mayıs 23, 2006

Son pul tüccarları

Her pul, üstünde taşıdığı çizgilerle farklı anlamlar taşır. Kimi Malazgirt’i hatırlatır kimi Peyami Safa’yı… Kimi de yıldönümlerini anımsatır meraklısına. Tarihe not düşen pulun dilinden anlamak bir maharet işidir elbet. Dantelâsından damgasına, parmak izinden nadir olmasına kadar her ayrıntısına vâkıf olacaksın. Bu gün tüm bu özelliklere sahip ‘pul tüccarları’nın sayısı neredeyse bir elin parmakları kadar. Zorlaşan ekonomik şartlara, değişen eğlence kültürüne direnmeye çalışıyorlar. “Bu işin akıbeti ne olacak?” sorusuna kesin bir cevap verilemiyor. Kimi “Bu iş asla ölmez. Dükkânlar kapansa da internetten satışlar devam eder.” derken, kimi de “Sanal pul tüccarlığı olmaz. Dükkânlardaki gibi kılı kırk yararcasına yapılmayan işin adı olsa olsa, pul satışı olur, tüccarlığı değil.” görüşünde.Erol Akkaya, 1946’da babasının yanında başlar, pul tüccarlığına. Radyonun her evde olmadığı, televizyon ve bilgisayarın ise adının bilinmediği o yıllarda, binlerce kişinin yegâne eğlencesidir pul toplamak. Futbola benzetilen, seyretmesi güzel tamamlaması zor olan koleksiyonculuk, o devrin kültür aktivitesidir aynı zamanda. Rengârenk, desenleri farklı milyonlarca işlemeli kâğıt, meraklılarının gözü önüne kâh tarihî bir olayı kâh kişileri serer.1957-61 yılları arası pul tüccarları için altın çağ gibidir. Kullanım süresi en fazla 6 ay olan, söz konusu süreden sonra antika değeri kazanan pullar yatırım aracı olmuştur çünkü. Parasının değerini düşürmek istemeyenler yüzlerce seri pul satın alır. İş öyle bir noktaya gelir ki, yeni pullar basılmadan aylar önce satışları tamamlanır. Peki, pul nasıl bu kadar para kazandırır? Bu soruya kendi hayatından bir misalle cevap veriyor Erol Akkaya; “İlk satın aldığım pul Missouri Zırhlısı’nın Türkiye’yi ziyareti anısına basılmış, 5 Nisan 1946 tarihli 78 kuruşluk bir puldu. Şimdi bunun değeri 650 YTL.” Pulun değerini, az bulunması ve yıpranma oranı belirliyor. Para kazandırması için parmak izi bulunmaması, damgasız ve dantelâsının (kenarındaki işlemeler) düzgün kesilmiş olması da şart. 60 yıldır bu işle uğraşan Akkaya, kurallara uyulduğu müddetçe mesleğin para kazandıracağını söylüyor. Aksi takdirde ne pulculuk temiz yapılır ne de para kazandırır.İstanbul’daki son 7 pul tüccarından biri olan Erol Akkaya, mesleğin geleceğine ilişkin kaygılar taşımıyor. Ona göre bir dükkân dahi kalsa bu iş devam eder. Gerekçesini şöyle sıralıyor: internet üzerinden gerçekleştirilen satışlar ve yurtdışından Türk pullarına olan rağbet. İnternetin kendilerine ihtiyacı ortadan kaldırdığına inanan Akkaya, “Kaliteli mal satılıyor mu sanal ortamda?” sorusuna hemen ‘evet’ cevabını veremiyor.Bir dükkân da kalsa bu iş devam ederMesleğin kaybolmayacağını düşünen bir diğer kişi Yaşar Temiz. 1980’den bu yana pul tüccarlığı yapan Temiz’in merakı üniversite yıllarında başlar. İlgisi o kadar yoğundur ki 2 yıl içinde bir dükkân açar. Son 26 yıldır geçimini pul satışlarından kazanıyor. Genel olarak müzayede usulü çalışıyor. İzmir’den Denizli’ye, Antalya’dan Bursa’ya geniş bir müşteri portföyü var. Her ne kadar pulculuğun geleceğini kötü diye yorumlamasa da yeni nesillerin yetişmesini zaruret olarak görüyor. Bir de satışların internetten ziyade dükkânlar üzerinden yapılmasını tavsiye ediyor.Pul tüccarlığından para kazanılabileceğini ısrarla dile getiren Temiz, “Dünyada yaygın bir meslek. Ama bizde ticarî yönü pek bilinmediği için yapan pek olmuyor. Başlangıç için de büyük rakamlara gerek yok.” diyor. İzmir’de ise iki pul tüccarı var: Şükret Sirkecioğlu ve Bozarslan Yılmaz. Bu işi 50 yıldır yaptığını ancak 3 yıl önce dükkân açabildiğini söylüyor Sirkecioğlu; “Ben hâlâ amatör bir ruhla bu işi yapıyorum. Ama geleceği göremiyorum. Teknoloji geliştikçe hobiler de değişti. Artık gençler pul koleksiyonculuğuna ilgi göstermiyor. İzmir’de 40-50 tane koleksiyoncu var; ama bunlar da orta yaşın üzerinde.”Türk pulları dünyanın en değerlileri arasındaHer ne kadar son yıllarda pul koleksiyonu ile uğraşanların sayısı azalsa da dünyada Türkiye kökenli ürünlere rağbet büyük. 53 yıldır pul ile hemhal Mahmut Emirmahmutoğlu da bu görüşte. Filateli (pulculuk) ile uğraşanların az olması, Avrupa ülkelerinde Osmanlı Devleti’ne duyulan hayranlık bunun ana sebepleri. “Bizim 1938’den önceki tüm pullarımız antika değerindedir. Büyük para eder. Özellikle de Osmanlı pulları.” diyor.Hâlihazırda Kadıköy Filatelistler Derneği Başkanlığı görevini yürüten Emirmahmutoğlu, çoğunlukla yurtdışı pazarda alım-satım yapıyor. Bu sayede kendine geniş bir çevre edinmiş. İsim vermeyi uygun görmüyor ama ünlü simalardan çok müşterisi olduğunu iddia ediyor. Ona göre pul piyasası eskiye nazaran zayıfladı. İlgilenenler çoğunlukla 50’li- 60’lı yıllarda yetişenler. İlgisizliğin nedeni de, teknoloji sayesinde farklı hobilerin ortaya çıkması.Kendinden sonrası için oğlunu yetiştirdiğini dile getiren Emirmahmutoğlu, mesleğin geleceği adına kaygı taşıyor. Sanal ortamda en az 500 satıcının varlığından bahsediyor: “Ama bunlara pul tüccarı demek doğru değil. Çünkü çoğu puldan anlamıyor. Sattıkları malın kalitesi de tartışılır, bu yüzden onlardan pul satın alanların büyük kısmı zarar ediyor.” Mesleğin yok olması önündeki tek engeli eğitim diye tanımlıyor. Ona göre, işten anlayanlar yetiştikçe, dükkânlar da devam edecek.İstanbul Filateli Kültür ve Araştırma Merkezi (İSFİLA) Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Ağaoğulları, 50 senedir pul topluyor. 1988’den beri geçimini pul alım-satımından sağlıyor. Yaptıkları işin geçmiş yıllarda daha fazla rağbet gördüğünü belirterek, “Bir ara Kadıköy’de 11 dükkân vardı. Hepsi iflas etti. Şimdiki 6 dükkân sahibi de kendi mülkünde oturuyor. Yoksa onlar da bir şey yapamaz.” diyor.Ağaoğulları, pulculuğun yavaş yavaş bittiği görüşünde. Oysa Avrupa’da pulculuk ile alakalı büyük bir kitle var. Almanya’nın 8 milyon koleksiyonerle bu konuda geniş bir sektöre sahip olduğu biliniyor. Meslekte “erbap” olunabilmesi için en az 30 sene pul ile uğraşılması gerektiğini vurguluyor. Bu noktada ekalliyetin merak ve ilgisine dikkat çekiyor: “Bir zamanlar bu iş ile en çok Yahudiler, Ermeniler, Rumlar uğraşmış. Hem de uzun yıllar. Onların çoğunluğu gidince iş bize kalmış. Şimdi Yunanistan’ın filatelisi bizden iyidir. Tabii bunda Türkiye’den göçen Rumların büyük payı var.”Ankara’da son 5 pul tüccarı39 yıllık filateli tüccarı Tahir Uluer, başkentteki son 5 dükkân sahibinden biri. 17 yaşındayken askerî okuldan ayrılınca babası ona kendisi için bir pul dükkânı açar. Subay baba, oğlunun da kendisi gibi pul ile iç içe olmasını arzular. O dönem Konya’dan Mersin’e, Yalova’dan Elazığ’a birçok ilde bu işi yapanlar vardır. Zamanla hepsi kapatır. Şimdilerde Ankara’daki pul tüccarlarının durumu pek de iyi değil. Beşi de geçim derdinde. Bunlardan biri de Tahir Uluer’in 85 yaşındaki babası. O dükkânını oğlundan sonra 1972’de açmış.Uluer, kendisi de dâhil bazı arkadaşlarının dükkânı kapatmayı düşündüğünü dillendiriyor. Son yıllardaki durgunluğa dikkat çekerek, “Gidişat, bu işin öleceğini gösteriyor.” diyor. “Peki, sizler de kapatırsanız, ne olacak bu işin sonu?” diyenlere onun cevabı hazır: “Dükkâncı kapayınca herkes ferdî bir şey yapmaya çalışacak. O zaman pulu nereden bulacak, kime satacak?”İstanbul Pul Tüccarları Derneği Başkanı Arman Arıkan 51 yıllık koleksiyoncu. Babasının 1942’de İstiklâl Caddesi’nde açtığı ‘Kamer Pul Evi’ onun işlemeli kâğıtlar ile muhabbete başladığı ilk mekân. 11 yaşından sonra dükkânın tüm sorumluluğunu alır. 1961’e kadar her şey güzel gider, hem pulları hem de müşterileri ile farklı bir ilişki yumağı kurar. Söz konusu yıl, dükkânda çıkan yangın, Arıkan için büyük bir darbedir. 10 yıllık emeğin ürünü binlerce pul birkaç saat içinde duman olur. O günleri düşündükçe hâlâ içinin sızladığını, dükkâna her girdiğinde is kokusunu hissettiğini söylüyor. Bir pul 12 milyon Amerikan DolarıYangından sonra her şeye yeniden başlar. Pul merakı kaybettiklerini kısa sürede yeniden toplamasını sağlar. Öyle ki 1963’te Türkiye’de ilk kez düzenlenen Dünya Pul Sergisi’nin gençlik dalında gümüş madalya kazanır. Arman Arıkan o günleri anlatırken heyecanını gizlemiyor. Gel gelelim günümüz pul tüccarlığından bahsederken karamsar cümleler kuruyor: “Bu iş 50 yıl öncesine göre çok değişti. Ben işi babamdan devraldım. İsterdim ki çocuklarıma aktarayım. Ama iki kızım hiç de bu işi yapacak gibi değil.” Ona göre bir koleksiyoner yaşarken pulunu değerli kılmasını bilmeli. Ünlü filatelist Ali Nusret Pulhan’a ait yüzbinlerce pulun, o öldükten sonra haraç mezat satıldığını hatırlatarak, kendisinin böyle bir duruma düşmek istemediğini ifade ediyor. Türkiye ve dünya çapında düzenlenen pul sergilerinde jüri üyeliği yapan Arıkan, filateli (pulculuk) konusunda en başarılı ülkeleri Almanya, Fransa ve İngiltere olarak sıralıyor. Filateli yurtdışında tam anlamıyla bir sektör. 151 yıl önce hatalı renkle basılan bir İsveç pulunun 12 milyon Amerikan Doları değerinde olduğu düşünüldüğünde, pulculuğun dünya ölçeğindeki yeri daha iyi anlaşılıyor. Bir de işin mezat boyutu var. Sadece Almanya’da pul alım-satımı yapan 50 mezat şirketine karşılık Türkiye’de sadece İSFİLA’nın 1,5 ayda bir benzer organizasyonlar hazırladığı göz önüne alındığında katedilecek mesafe ortaya çıkıyor.Türkiye’de pul merakının eğitim yoluyla geliştirilmesi gerektiğinin altını çizen Arıkan, yeni koleksiyonerlere de nasihatte bulunuyor: “Toz, nem, aşırı sıcaklık, parmak izi bir de defterin uzun süre havalandırılmaması pula zarar verir. Bu işe merak salanların bunlara dikkat etmesi lazım.”İZZET GÜNAY: BENİ HAYATA BAĞLAYAN BİR HOBİPul biriktirmeye 10 yaşında başladım. 65 sene olmuş demek ki. Beni zinde tutan, hayata bağlayan, sıkıntılı günlerimi paylaştığım bir hobi. Ama sadece pul ile sınırlı kalmadım. Paradan madalyona, potin bağından bağ çekeceğine onlarca materyali topladım. Mesela bu bağ çekeceği, Avrupa’da aristokratlar için 1890’lı yıllardan üretilmiş bir şey. Türkiye’de birkaç yerde bulabildim. Şimdilerde rozet ve jokerleri biriktiriyorum. Yani ilgimi ne çekerse, neden keyif alırsam onun koleksiyonunu yapmaya çalıştım. Ancak pulun yeri ayrı, çünkü koleksiyonculuğa onunla adım attım. Ama pul bizim kuşağın merakı olarak kaldı, yeni neslin ilgisi makinelere. Okuma ve araştırmaya yönelen, ‘neden, niçin’ sorularını dillendiren hiç yok. Pulun bir kültürü diğer kuşağa taşıma özelliği unutuluyor. İlkokulda iken birçok arkadaşımın bilmediği ülke isimlerini, ünlü kişileri pul sayesinde öğrendim. Eskiden sadece dükkânlarda satılırdı, pul. Şimdi internette de satılıyor. Pul konusunda mal birikimi ve bilgisi olan internet satıcılarına tüccar demek lazım. Meraklılara tavsiyem şu, her ‘toplama’ koleksiyon olmaz. Derlemesi ve tasnifi yapılmayan biriktirmeleri koleksiyon kapsamına alamazsınız. Her şeyi de toplayacağım diye uğraşıp dağılmamak gerek. Belirli bir konuda çalışılmalı.TÜRKİYE’DE PULUN SERENCAMIAralarında işadamları Bülent Eczacıbaşı ve Hasan Güleşçi, sanatçı İzzet Günay, eski Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu gibi ünlülerin de olduğu pul koleksiyonculuğunun tarihi 1840’lara uzanıyor. Söz konusu yıl İngiltere’de ilk pul basılır. 23 yıl sonra, Osmanlı Devleti bu yeniliği tebaasının hizmetine sunar. 1920’ye kadar süren bu zaman diliminin ardından iki yıllık ‘Ankara Hükümeti Pulları’ dönemi başlar. 1923’ten sonra ise ‘Cumhuriyet Pulları’ tarihteki yerini alır.Her dönemin kendine has bir pulu var ve bunların günümüzdeki fiyatları binlerce YTL tutarında. İşte misaller: Osmanlı dönemi, 1867 tarihli 25 kuruşluk takse (gönderenin eksik ödemesinin alıcıdan tahsil edildiğini belirten onay pulu) 42,5 bin YTL değerinde. Hâlihazırda 9 pul mevcut.Ankara Hükümeti, 1920 basımı pasaport pulu, 40 bin YTL. Kalan son 10 pul.1923-2005 arası satılan en pahalı pul, birinci Adana serisi ile birinci Ayyıldız serisi şarniyersiz (defter kullanılmayan yıllarda pulun arkasına yapıştırılan koruma kâğıdı) 8 bin YTL. 4’lük blok olarak 5 pulun olduğu biliniyor.Türkiye’nin dünya filatelisine kazandırdığı bazı yenilikler de var. 1898 basımı Teselya serisi hâlâ dünyanın ilk ve tek sekizgen pulu olma özelliğini sürdürüyor. 143 yıllık pul tarihinde Sultan 5. Mehmed Reşad’ın yeri ayrı. Çünkü fotoğrafı bir pulun üstüne basılan tek Osmanlı hükümdarı. 17 puldan oluşan ve 2 altın satış fiyatıyla piyasaya çıkan Birinci Londra serisi üzerindeki 5. Reşad fotoğrafı, hem sultana hem de işlemeli kâğıda önem atfedilmesine sebep oluyor.

Pazar, Mayıs 21, 2006

İş başvurusunda bunlara dikkat!

İnternet, iş arayanlara sınırsız fırsatlar sunuyor. Tabii her şeyi kuralına uygun yapmak kaydıyla.
Artık, işverenler iş kriterlerinin dışında; özgeçmişin genel düzenine, yazım hatalarına, fotoğrafa, doğum yerine (hemşehrilik) gibi ayrıntılara dikkat ediyor. Örneğin; pek çok internet sitesinde eleman arayan firmalar için özellikle CV'lerde yer alan güncelleme tarihi büyük önem taşıyor. Arama sonucunda gelen CV'ler güncelleme tarihine göre listeleniyor. Dolayısıyla CV'sini güncel tutan adaylar veritabanı içerisinde yapılan aramalarda en üst sıralarda yer alıyor. Bu da, adayın iş bulma şansınızı arttırıyor. KARİYER.NET'TE ÖNCELİK YENİLERE 3 milyon özgeçmişin bulunduğu kariyer.net'te fotoğrafsız CV'ler çoğu zaman dikkate bile alınmıyor. Siz CV yolladım, iş bitti diye düşünüyorsunuz, yanılıyorsunuz. Firmaların detaylı arama yaptıklarını ve daha ilk etapta pek çok adayı seçtikleri kritere göre elediklerini söyleyen Kariyer.net Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Say, ' Adayın işe uygun eğitim almış olması, deneyim, gerekiyorsa yabancı dil seviyesi, sigara kullanıp kullanmadığı, özgeçmişin fotoğraflı, adayın ehliyeti olması gibi pek çok konuda kriterlere göre arama yapabiliyorlar. Bu nedenle adaylar kendilerine uygun iş ilanlarına başvurmaya dikkat etmeli. Çünkü işverenler arama yaptıklarında anahtar kelime kullanarak bu özgeçmişlere öncelik verebiliyor. İşverenler hep güncel özgeçmişleri değerlendirme eğilimindedirler' diyor. www.ikrehberi.net Kurucu Ortağı Deniz Ağgül Güler de bazı sitelerde kullanılan 'anahtar sözcükler'in seçiminin önemli olduğunu söylüyor. Satış alanında iş arayan bir gıda mühendisi örneğin 'gıda, mühendis, gıda mühendisi, satış, pazarlama' gibi sözcükleri girebilir. Güler, MBA yapmışsa ayrıca bunun da belirtmesi gerektiğini söylüyor. Dikkat edilecek noktalar İnternetteki iş ilanlarına, e-posta ile özgeçmiş gönderirken bunlara dikkat edin: Dosya adının cv.doc yerine adayın adını, soyadını, pozisyonu veya referansı içermesine Toplu gönderim yerine tek tek gönderim yapmaya Mutlaka ama mutlaka kapak mektubu kullanmaya Ekli özgeçmişinizin veya mümkünse bilgisayarınızın virüslü olmamasına Konu bölümüne mutlaka açıklayıcı bilgi (referans, pozisyon, meslek v.b.) yazmaya Her ilana ayrı hazırlanmış özgeçmiş göndermeye İş ararken, mümkün olduğu kadar halen çalıştığınız kurumun olanaklarını kullanmamaya Özgeçmişinizin güncel tutulmasına Detaylı deneyim bilgilerinin oluşturulmasına Yazım hatalarına yer vermemeye. En çok eleman arayan sektörler Son dönemlerde, internetteki iş ilanlarında özellikle taşımacılık, bankacılık, otomotiv, bilişim, kimya ve çağrı merkezi sektörlerinde eleman ihtiyacında artış yaşanıyor. Buna paralel olarak da, satış ve pazarlama, üretim ve mühendislik hizmetleri, bilişim teknolojileri gibi uzmanlık alanları ön plana çıkıyor. AB ilişkileri ile birlikte, kalite proses uzmanlığı, çevre ve dil uzmanlığı gibi özelliklere sahip danışmanlar öncelik alıyor.

Yabancı 10 iş sitesi
www.monster.com
www.jobpilot.net
www.careers.yahoo.com
www.hotjobs.com
www.careerpath.com
www.flipdog.com
www.leadersonline.com
www.itrecruitment.net
www.headhunter.net
www.computerjobs.com
Yerli 10 iş sitesi
www.adecco.com.tr
www.dataexpert.com
www.kariyer.net
www.hrm.com.tr
www.iinsankaynaklari.com
www.ikrehberi.net
www.krm.com.tr
www.manpower.com.tr
www.recruitmenturkey.com
www.secretcv.com
E-başvuruyu bilmiyoruz Türkiye'de pek çok kişi internetten doğru dürüst iş aramayı bilmiyor. Endüstri Yüksek Mühendisi Artemiz Güler de bu ihtiyaçtan yola çıkarak 'İnterette İş Bulma Rehberi' adlı kitap hazırlamış. Amacı, internette iş arayanların daha etkili CV'ler oluşturarak internet üzerinden doğru başvurular yapmasını sağlamak. Artemiz, e-posta yoluyla özgeçmiş göndererek iş başvurusunda bulunanların onlarca hata yaptığını söylüyor. Tecrübe önemli Secretcv.com Genel Müdürü Okan Tütüncü de, adayların CV'lerini doğru hazırlamalarının öneminin büyük olduğunu belirtiyor. Tütüncü, 'En sık yapılan hatalardan bir tanesi iş deneyimleri yazılırken yeterli bilgilendirme yapılmıyor. Unutulmaması gereken bir nokta var ki firmanın adayla ilgili değerlendirme yapabileceği tek kaynak CV. Aday CV'sinde yaptığı işin detaylarını, kime raporlama yaptığını, sorumluluklarını yazmazsa firma adayla ilgili doğru değerlendirmeyi yapmakta zorlanıyor' diyor.

Salı, Mayıs 16, 2006

Hırsıza ilandan seslendi


Bursa'da, bir doktor bilgisayarını çalan hırsıza bakın nasıl seslendi?
Alınan bilgiye göre, merkez Nilüfer ilçesinde görev yaptığı özel tıp merkezinin işletme müdürü Dr. Mehmet Ayhan Oktay, 13 Mayıs cumartesi akşamı ailesiyle birlikte iş yerinin düzenlediği yemeğe katıldıktan sonra Çekirge Mahallesi'ndeki evine gitti. Eve hırsız girdiğini ve dizüstü bilgisayarı ile kamerasının çalındığını fark eden Oktay, durumu polise bildirdi. Polis hırsızlıkla ilgili soruşturmayı sürdürürken, Dr. Oktay, yerel gazetelerin spor sayfalarına verdiği ilanla hırsıza çağrıda bulundu. Oktay, dizüstü bilgisayarının çalınmasından çok, içindeki bilgilerin gittiğine üzüldüğünü belirtti. Oktay, ''İş yaşamımla ilgili yıllarca oluşturduğum bilgiler gitti. Bir kısmını yedeklemiştim. Ancak işlerimin yoğunluğu nedeniyle 1-2 aydır bilgileri yedekleyemedim. Bilgisayarımın içinde benim için çok önemli bilgiler vardı'' dedi. Özellikle Bursaspor'un şampiyon olmasından dolayı yerel gazetelerin spor sayfalarının daha çok okunacağını dikkate alarak, ilanın spor sayfalarında çıkmasını istediğini belirten Oktay, şöyle konuştu: ''Daha önce bu tür örnekleri hatırlıyorum. Hatta birinde hırsız bilgileri sahibine ulaştırmıştı. Ben de bunu düşünerek ilan verdim. Bursaspor şampiyon olduğu için spor sayfaları büyük ilgi görüyor. Umarım bilgilerime kavuşurum. İlanın etkili olacağını düşünüyorum.''


İLAN
Dr. Ayhan Oktay'ın yerel gazetelerde yayınlanan ilanında şöyle denildi: ''13 Mayıs Cumartesi gecesi Çekirge Mahallesi Mehmet Çıkmazı'ndaki evimden dizüstü bilgisayarımı ve kameramı alan SEVGİLİ HIRSIZIM, bilgisayarım ve kameram şu anda zaten sizindir. Ancak özellikle işimle ilgili bilgisayarımdaki dosyaların hayati önemi vardır. Vicdanınızı dinleyip aşağıdaki e-mail adresini kullanarak bana ulaşırsanız, yalnızca bilgileri iade edebileceğiniz ve hiçbir riskli duruma girmeyeceğiniz bir yol bulacağımıza inanıyorum.''

Dar pantolon kısırlık yapıyor

Kısırlık, çocuk sahibi olmak isteyen ailelerin korkulu rüyası. Araştırmalara göre Türkiye’de evli çiftlerin yaklaşık yüzde 15’i kısırlık problemi yaşıyor.
Özellikle son yıllarda erkek kısırlığının arttığını vurgulayan uzmanlar, bunda küresel ısınmanın ve dar kot pantolonların etkili olduğu düşüncesinde. Türkiye Aile Planlaması Derneği Başkanı Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu, kısırlığın dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir halk sağlığı problemi haline geldiğini belirtiyor. Her geçen yıl daha fazla ailenin normal yolla çocuk sahibi olamama sorunu yaşadığını dile getiren Şatıroğlu, erkek kısırlığının öne geçmeye başladığını aktarıyor. Prof. Dr. Şatıroğlu, erkek kısırlığında küresel ısınmaya ve dar pantolonların etkisine dikkat çekiyor. Erkeklerde sperm üretimini sağlayan yumurtaların 35,5 derece ısının üzerinde zarar gördüğü bilgisini vererek, “Kot pantolonlar ve dar iç çamaşırları yumurtalıkları sürekli yüksek sıcaklığa maruz bırakıyor. Isıdan zarar gören sperm üretim hücreleri ise kendini yenileyemiyor.” diyor. Son 10 yılda dünyadaki ortalama ısının bir derece arttığını hatırlatan Şatıroğlu, “Gelecek 8 yıl içinde ise 2 derecelik daha artış bekleniyor. Tahminimce küresel ısınma böyle devam ederse 50 yıl sonra dünyada kimse normal yolla bebek sahibi olamayacak.” değerlendirmesinde bulunuyor. Öte yandan kısırlıkta genetiği oynanmış ve kimyasal ilaç kalıntısı bulunan yiyeceklerin de etkili olduğunu vurguluyor. Bunların sakat doğumları da artırdığını dile getirerek, “Daha fazla hazır gıda yiyelim diye farkında olmadan neslimizi tüketiyoruz.” ifadesini kullanıyor. Şatıroğlu, küresel ısınma, sanayi kirliliği, dar pantolon giyme modasının kısırlığa etkisine ilişkin olarak da, “Benim talebeliğimde kısırlık testi için gelenlerde 60 milyon sperm hücresini sınır kabul ediyorduk. Şimdi test yaptığımız kişilerde 20 milyon sperm bulabilirsek şükrediyoruz.” örneğini veriyor. Yeni doğan erkek çocuklar mutlaka kontrol edilmeli Erkeklerde sperm üretimini sağlayan testisler, doğum sırasında testis torbasına iniyor. Ancak bazı bebeklerde testislerden biri ya da her ikisi torbaya inmeyerek bebeğin karnında kalıyor. Ankara Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Bora Cengiz, karında kalan testislerin iki yaşına kadar ameliyatla ya da ilaçla torbalara indirilmesi gerektiğini belirtiyor. Cengiz, geç kalındığı takdirde testislerin zarar gördüğünü ve bu kişilerin genellikle kısırlık problemi çektiğini aktarıyor. Erkek çocuklara dar pantolon giydirmeyin Erkek çocuklara dar pantolon ve iç çamaşırı giydirmeyin. Kışın soğuk havalarda giydirdiğiniz pantolon içliklerini eve gelince çıkarın. Fazla abur cubura ve hazır gıdalara alıştırmayın. Gebelik sürecinde düzenli hekim kontrolünü ihmal etmeyin.

Pazartesi, Mayıs 15, 2006

Şampiyon Galatasaray: 3-0

Galatasaray, Ali Sami Yen Stadı'nda Kayserispor'u 3-0 mağlup etti. F.Bahçe, Denizli ile 1-1 berabere kaldı. Cimbom, 2 puan farkla şampiyonluk ipini göğüsleyerek, yeni bir tarih daha yazdı. Türk Futbol Tarihi'nin en heyecanlı 90 dakikaları dün yaşandı. Denizli'ye averajla lider giden Fenerbahçe, 1-0 geriye düştüğü maçta beraberliği zor kurtardı. Galatasaray, Kayserispor karşısında çok kolay bir galibiyet elde etti. Ardından bitmek bilmeyen bir 16 dakika yaşadı tüm Galatasaraylılar... Çünkü Denizli'de sahaya atılan konfetiler yüzünden maçın ilk ve ikinci yarıları geç başladı. Fenerbahçe, 89'da Mustafa Keçeli'nin golü ile yenik duruma düştü. Denizli'nin golü Ali Sami Yen'de şampiyonluk şarkılarını başlattı. Ardından 95'te Tuncay'ın golü geldi. Sonrasında Appiah'ın bir kafa şutu direkten döndü. Ve Selçuk Dereli'nin son düdüğünün ardından F.Bahçeliler, hüzne boğuldular. Denizli'den gelen 1-1'lik skor, Ali Sami Yen Stadı'nda sevinç çığlıklarının, zafer marşlarının yükselmesine neden oldu. Sarı-kırmızılı futbolcular, taraftarlar ve yöneticiler adeta sevinç yumağı oluşturdular. Bu coşku sokaklara taştı. G.Saray'a şampiyonluğu kazandıran golleri 18. dakikada Sasa İliç, 49 ve 85'te Sabri attı. Fotomaç olarak Fenerbahçe'yi ve Galatasaray'ı futbolseverlere bu sezon yaşattıkları bu muhteşem şampiyonluk heyecanı için tebrik ediyoruz. Beşiktaş, Trabzon'u 2-1 yenerek ligi 3. sırada bitirdi. Trabzon kaybetmesine rağmen UEFA Kupası'na katılmaya hak kazanan 2. takım oldu. Çünkü G.Birliği ve Kayseri dün puan alamadı. Ligden düşen 3. takım ise Malatyaspor oldu.
***Alnının AkıylaSarı-kırmızılılar, İliç ve Sabri'nin (2) golleriyle galibiyete ulaştı Denizli'den gelen haber Ali Sami Yen'i bayram yerine çevirdi. Sezon başından bu yana büyük sıkıntılar yaşayan ve Fenerbahçe'nin bol yıldızlı kadrosuna rağmen mutevazı bir bütçe ile lige asılan Galatasaray, dün akşam tarihi günlerden birisini yaşadı. Karşılaşmaya averajla 2. sırada çıkan sarı-kırmızılılar, ilk dakikadan itibaren maça asılarak Kayseri'yi abluka altına aldı. Bu baskı 18. dakikada gol getirdi. Hasan'ın ortasında İliç kafa ile topu ağlara yolladı.

90 DAKİKA DURMADIİlk yarı bu skorla kapanırken, yine Hasan Şaş'ın ortasında bu kez Sabri sahneye çıktı ve farkı ikiye çıkardı. Oyundan hiç düşmeyen sarıkırmızılılar bir yandan da Denizli'den gelecek mutlu haberi beklerken, 85'te Sabri'nin skoru belirleyen golü geldi. Fenerbahçe karşılaşmasının 1-1 tamamlanmasıyla birlikte Ali Sami Yen Stadı bayram yerine dönerken, futbolcu ve taraftarların gözyaşları sel olup aktı.

Pazar, Mayıs 07, 2006

Üniversiteliler için

Work & Travel
Work & Travel programı üniversite öğrencilerinin (4. sınıflar hariç ) yaz döneminde çalışmalarına olanak sağlayarak, yapacakları harcamaları karşılama amacıyla Amerika’yı dolaşmalarını amaçlayan kültürel bir değişim programıdır. ABD hükümeti tarafından desteklenen yasal bir program olduğu için J-1 vizesi alabilirsiniz ve böylece yasal çalışma izniniz yani geçerli bir sosyal güvenlik numaranız temin edilmiş olur. Aracı kurumların aldığı ücretler, işi sizin bulmanıza veya onların gerekli bağlantıları yapmasına göre $625 -$1000 arasında değişmektedir. Yeterli zamanınız ve İngilizceniz varsa işi sizin aramanız en uygunu olacaktır. Böylece iş arama sürecini en az maliyetle tamamlamış olursunuz. Uçak biletleri $615-$1000 arasında değişmektedir, aracı kurumlar bilet ayarlama aşamasında size yardımcı olacaktır. Bunun yanında, $140-$150 civarında vize harcı, yurt dışına çıkış harcı indirim kartı ücreti gibi umulmadık ek masrafınızda olabilir.Yurtdışına cıkarken yanınınıza en az $400 almanızda fayda var. Çalıştığınız haftanın sonunda para alacağınız için, yanınızda götürdüğünüz bu para ile Amerika’da geçireceğiniz ilk haftanın masraflarını karşılayabilirsiniz. Genelde saat ücreti $6-$8 olan işlerde çalışılmaktadır. Eğer biraz fazla çalışır ve gereksiz harcama yapmazsanız masraflarınızı rahatlıkla çıkarabilirsiniz.
FARKLI BİR DÜNYAYA HAZIR OLUN ...

Amerika’da kişi başına düşen gayrisâfimillihasıla $30000 civarındadır ve bunu uçaktan indiğinizde, sokaklarda dolaşırken (özellikle şehir merkezlerinde) rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz. Şehirlerin yerleşim düzenleri, sokakların düzeni sizi şaşırtacak ilk şeylerden olacaktır. Gezmekten çekinmeyin, elinizde harita varsa kaybolmanıza imkan yok; çünkü her sokak köşesinde cadde ve sokak isimlerini gösteren tabelalar var. Zenci mahallerine girerken dikkatli olmanızı tavsiye ederiz çünkü flimlerde gördüklerinize şahit olabilirsiniz! Hemen hemen bütün şirketler sizi ilk önce New York’a yönlendirecektir. Daha sonra oradan calışacağınız eyalete yolculuk yapacacaksınız. New York’ta bir geceden fazla kalmaya çalışın ve dünyanın en görkemli metropolünü keşfetmeye bakın. Buarada normal bir ‘hostel’da bir gecelik yatak ücreti en az $20 ve odanızı 6 kişiyle daha paylaşabilirsiniz. Yurtkur yurtlarından pek farkı yok ama geceliği $20. Bu hosteller genelde Harlem’in girişine doğrudur ve daha yukarı gitmenizi genelde önceden deneyim sahibi olanlar pek tavsiye etmez. Metro istasyonlarından veya ‘hostel’ınızdan ücretsiz olarak metro haritası alabiliriniz, oldukça detaylı ve faydalı bir haritadır ve size yeterli olacaktır. Manhattan da dolaşırken binaların , metronun eskiliği dikkatinizi çekebilir. Empire States binasının 86. katındaki ‘observatory deck’e çıkın ve Manhattan’ı çıplak gözle görün. İtiraf etmek gerekirse bir süre ağzınızı kapatmakta zorlanacaksınız...Aslında herşey filmlerdeki Amerika’dan farklı değil. Sadece arka fonda kalan binaları, sokakları hatta insanları dikkatle incelediğinide sizde uyanan duygular farklılık gösterebilir.
Kültürel fark....İnsanlar genellikle size yardımcı olmaya çalışıyor.Polisler, memurlar sizi anlayışla karşılayıp yardımcı olmaya çalışıyor. İşverenle çalışan ilişkileri ülkemizde olandan farklı, onunla arkadaş gibi konuşabilir, bir sorununuz olduğunda çekinmeden aktarabilirsiniz.Yemek alışkanlıklarını da bizimkinden farklı sayabiliriz. Fast food oldukça yaygın ve restorantlarda da bizimki gibi sulu yemekler yok. İnsanlar su yerine daha çok gazlı veya aromalı içecekler tüketiyorlar. Her şey (arabalar, evler, yollar, öğünler...vb.) olması gerekenden daha büyük gözükebilir; Amerikan tarzının bu yönde olduğunu unutmamak gerekiyor.
Size kazandırabilecekleri...
Bu program size bir yurtdışı deneyimi kazandırmanın yanında, diğer ülkelerden üniversite öğrencileri ile bir araya gelerek odanızı paylaşma imkanı sunacak böylece başka kültürleri de tanıma şansını yakalamanıza yardımcı olacaktır. Yabancı dilinizde ilerleme olacaktır ancak ilerleme düzeyi biraz da size bağlı, Türk arkadaşlarınızla beraberken de İngilizce konuşmaya çalışabilirsiniz.
SON OLARAK
ABD’nin doğu kıyısındaki eyaletlerde iş bulmaya çalışın. 1-1,5 ay sonra başka bir eyalette iş bulmaya bakın, böylece daha fazla yer ve insan görme şansınız olur. Bu değişiklik için yerel koordinatörünüzle görüşebilirsiniz. Kuzey Amerika’da şebeke elektriği 110 volttur, buradan götüreceğiniz elektrikli aletleri çalıştıramazsınız. Cep telefonlarının frekansı 1900’dür ve telefonunuz 3-band olmalıdır. Elektronik aletler , tekstil ürünleri ülkemize oranla büyük ölçüde ucuz , buradan fazla eşya götürmemenizi tavsiye ederiz. Paranızı güvenli bir yerde saklamaya çalışın ve dikkatli olun...

Perşembe, Mayıs 04, 2006

Hava mazbut, tayyare yallah

Tarih, 1970’li yıllar. Yer, Yeşilyurt Havaalanı. Uçakların biri inip biri kalkıyor. Mısır Hava Yolu Şirketi Egypt Air ilk Türkiye seferini İstanbul’a yapmış ve dönüş için kalkmaya hazırlanmaktadır. Kuleden uçağın pilotuna İngilizce olarak seslenilir: “Piste çıkıp acele kalkabilir misiniz? Rüzgâr normal, kalkış serbest.” Mısır uçağının kaptan pilotu cevap verir: “Tamam.”Bu cevap üzerine inişe hazırlanan bir başka uçağa alçalma talimatı verilir. Ama ortada garip bir durum vardır. Mısır uçağı bir türlü kalkış yapmaz. Bunun üzerine kule görevlisi yeniden seslenir: “Piste çıkıp acele kalkabilir misiniz? Rüzgâr normal, kalkış serbest.” Pilot, yine tek kelimelik bir cevap verir: “Tamam.”Alana inmek için başka uçaklar da izin istemeye başlamıştır. Kule görevlisi telaşlanır ve son durumdan şefini haberdar eder. Bu kez şef aynı cümlelerle Mısırlı pilota seslenir: “Piste çıkıp acele kalkabilir misiniz? Rüzgâr normal, kalkış serbest.” Mısır uçağı yine kalkış yapmaz. Bu kez kule şefi pilota şöyle seslenir: “Rüzgâr mazbut, tayyare yallah!” Bu sözcüklerin ardından uçak alandan havalanır.Fıkra gibi olayın başkahramanı o dönemde kule şefi olarak görev yapan Kami Kayagündüz’den başkası değil. “Baba Kami, Kont Kami” gibi lakaplarla anılan Kayagündüz (73) stresli günlerin acısını çıkarıyor şimdi. Emekli olduğu 1997 yılına kadar yaklaşık 40 sene boyunca Yeşilyurt Havalimanı’nda (şimdiki ismiyle Atatürk Havalimanı) uçakların iniş ve kalkışlarında kontrolör olarak görev yapan Kayagündüz, anılarını Aksiyon’a anlattı.Aktif görev alarak çalıştığı 1960’lardaki teknoloji ile bugünkünün kıyaslanamayacağını dile getiren Kayagündüz, elektrik kesintilerinde jeneratörün zaman zaman devreye geç girdiğini hatırlatarak, “Uçaklar havada iken alan bir anda kapkaranlık olurdu. Biz de alanı gaz lambaları ile aydınlatırdık.” diyor. Bugün belki komik olarak nitelendirilebilecek bu işlem için o dönemde havaalanı yetkililerine itfaiye araçları yardımcı olur. İtfaiye ekipleri, “ördek” adı verilen ve rüzgârda sönmemesi için mahfazası olan bu gaz lambalarını yakıp hazır hale getirir ve “Follow Me-Beni Takip Et” adı verilen araçlarla alana lambaları tek tek yerleştirir.Bugün fiyat indirimi yaparak birbirleriyle kıyasıya rekabet eden özel hava yolu şirketleri de yoktur o tarihlerde. Sadece Türk Havayolları (THY) vardır. Kullanılan uçak modelleri de bugünküler gibi her biri teknoloji şahaseri değildir. Örneğin THY’nin kullandıkları, 4 pervaneli motora sahip Viscount model uçaklardır. Yabancı havayolu şirketi olarak Air France, Pan American, KLM, Lufthansa Türkiye’ye yolcu taşımacılığı yapmaktadır. Onların kullandığı uçak modeli ise genelde Comet’tir.
İSTANBUL-ANKARA ARASI 2,5 SAAT SÜRERDİ
Aradan geçen yıllar teknolojide ne kadar ileri gidildiğini de gösteriyor aslında. O dönemin en ileri teknolojisiyle üretilen bu uçaklarla İstanbul-Frankfurt arası yaklaşık 5,5-6 saat sürer. Ankara’ya gitmek ise 2-2,5 saati bulmaktadır. Oysa bugün iki metropol arası sadece 45 dakika sürüyor.Değişen sadece uçaklar değil elbette. Türkiye’nin ne kadar kalkındığını da gösteriyor İstanbul’daki havalimanında yaşanan gelişmeler. 1960’larda Yeşilyurt Havaalanı’nın pist boyu 1850, eni ise 24 metredir. Sadece Ataköy ve Florya yönünde olanı vardır. Günde 15-20 uçak ancak iniş kalkış yapmaktadır. Halbuki bugün alana da her gün yaklaşık olarak 750 uçak iniş-kalkış yapıyor.Kami Kayagündüz’ün anlattığı hatıralar da bunu doğruluyor zaten. 1960’larda gökyüzünde şimdiki gibi “hava trafiği” yoktur. Kaldı ki böyle bir kavram da pek bilinmemektedir. Dönemin ulaştırma bakanı Saadetin Bilgiç, 1967’de Yeşilyurt Havaalanı’nı ziyaret eder. Bu sırada çıktığı kuleden gökyüzünü de seyreder. Çevresindekilere, “Bu uçaklar koskoca gökyüzünde kendi başlarına yönlerini bulamıyorlar mı?” diye bir espri yaparak o yıllarda kulenin ve hava trafiğinin önemine dikkat çeker.“Değil hava trafiği, 1975’lere kadar radar yoktu.” diyor, Kami Kayagündüz… Kontrolörler olarak kendilerinin de radarı merak ettiklerini anlatıyor heyecanla: “ALS sistemini kullanıyorduk o zamanlar. Uçakları gökyüzünde sıralar ve bekletirdik. Radar teknolojisinin olmaması, havada gereksiz beklemelere yol açıyordu. Kısacası göz yolu ile tespitler yapıyorduk.” Nihayet 1975’te radarla tanışırlar hava kontrolörleri. Amerikalı bir heyet Türkiye’ye gelip radar dersleri verir. Kami Kayagündüz ve arkadaşları da kısa sürede yeni sisteme adapte olur.
SEBZE ARABASI BOŞ YOL DİYE ALANA GİRDİ
Hava kontrolörleri gökyüzündeki trafiğe yön vermekle sorumlular. Peki ya karadaki trafik. 1962’de ilginç bir olay yaşanır havalimanında. Trafiğin henüz yeni hareketlendiği sabah saatleridir. THY uçağı İzmir’den geliyordur. Kule pist numarasını verir, “İniş serbest” diye. Ancak uçak pisti pas geçer. Kule, “Kaptan ne oldu?” diye sorduğunda ilginç bir cevap alır uçaktan: “Pistte kamyon var.” Dürbünle piste baktıklarında pırasa, domates, lahana yüklü bir kamyon görürler. Hemen araç kenara alınır. Şoföre sorarlar ne işin var pistte diye. Meğer halden sebze taşıyormuş. Pisti boş yol zannederek kırmış direksiyonu içeriye.Komik olaylar sadece bunlar değil tabii ki. 1970’te Pan American Havayolları jumbo seferlerine başlar. Londra’dan aldığı 425 yolcuyla uçak İstanbul’a inmeye hazırlanmaktadır. Öğle saatlerinde uçağa izin verildiğinde kuledeki Kami Kayagündüz ve arkadaşları pistte bir manda olduğunu fark eder. Yaşadıklarını şöyle anlatıyor Kayagündüz: “Araç gönderdik ama hayvanı bir türlü pistten çıkaramadık. Bunun üzerine askerden yardım istedik. Bu sırada uçağa da pas geçmesini söyledik. ‘Neden?’ diye sorunca, ‘Manda on the active runway’ dedik. Aklımıza mandanın İngilizce ismi gelmedi o anda. Uçak havada 15 dakika döndü durdu. Askerler mandayı vurunca hayvan iyice çıldırdı. Mandayı alandan çıkaramayınca uçağı Ankara’ya göndermek zorunda kaldık. Sonraları İngiliz uçağına söylediğimiz ifade bir deyim olarak kaldı aramızda: Manda on the active runway.”1979’un yaz aylarında da ilginç bir olayla karşılaşır kuledekiler. Bu kez karşılarından manda değil, bir insan vardır. THY Ankara uçağı inişe geçtiği sırada kulenin haberi olur pistteki şahıstan. Zira uçak pas geçer pisti. Alanda yarı çıplak, üzeri kan revan içinde bir adam uçaklara el kol hareketleri yapmaktadır. Meğer bu şahıs Bakırköy’deki akıl hastanesinden kaçmış.Kami Kayagündüz’ün hatıralarından eski İstanbul’a ait izler de çıkıyor ortaya. Hafta sonları Florya’daki plaja giden gençlerin havaalanından geçtiğini, onları toplamak için çok yorulduklarını anlatıyor. Bir de pilotların korkulu rüyası olan uçurtmaları uçurmak için alana gelenlerin kendilerini çok uğraştırdığını söylüyor. “Güvenlik açısından uçurtmaları toplardık. Alanın telle kapatılması çok sonraları oldu.” diyor.Emekli kontrolörün hatıralarından belki de en güzeli 1991’de yaşanan şu hadise: “Sabaha karşı, Special Kargo şirketinin kiraladığı ve Bombay’dan gelen bir uçak arıza sebebiyle acil iniş yaptı alana. İçi New York’a götürülecek orkide çiçekleriyle doluydu. Hangara çekilen uçağın tamiratı birkaç gün sürecek denildi. Bunun üzerine şirket yetkilileri, orkideler bozulmasın diye çiçekleri havalimanındaki personele dağıttı. Herkesin elinde orkide vardı o gün; hamalından pilotuna kadar.”Kami Kayagündüz’e son olarak görev yaptığınız sırada büyük bir kazayı önlediğiniz oldu mu diye soruyoruz. Böyle bir hadisenin 1983’te yaşandığını şöyle anlatıyor: “Air France Havayolları’nın Paris-İstanbul seferini yapan uçağı öğle saatlerinde inişe hazırlanıyordu. Kuleden bakınca uçağın tekerleklerini açmadığını fark ettim. Hemen alanı pas geçmesi için pilotu uyardık. Uçak daha sonra tekerleklerini açarak inişe geçti. Bu uyarım üzerine Air France’ın Paris’teki merkezinden şahsım ve ekibime bir tebrik yazısı gönderildi.
”PARDONU OLMAYAN BİR MESLEK
Kule kontrolörlüğü mesai saatleri içinde daima dikkat ve serinkanlılık isteyen bir meslek. Kontrolör zihnen ve bedenen mutlak anlamda dinlenmiş olmalı. Kami Kayagündüz’ün anlattığı 1960’lardan bugüne meslekte ve Atatürk Havalimanı’nda çok şeyler değişti tabii ki. Türkiye Kule Kontrolörleri Derneği (TATCA) Başkanı Ayhan Kartal, bu meslekte bilinen en büyük gerçeği “kule kontrolörlüğü pardonu olmayan bir meslek.” sözleriyle ifade ediyor. Kartal, 2007 yılında kendilerinin de bağlı bulunduğu Uluslararası Hava Trafik Kontrolörleri Dernekleri Federasyonu’nun (IFATCA) dünya toplantısına ev sahipliği yapacaklarını söylüyor. Kartal’a göre, bu yolla hem Türkiye’nin tanıtımı sağlanacak hem de mesleğin geleceği hakkında neler yapılabileceği ortaya konulacak.

Çarşamba, Mayıs 03, 2006

Kur’an okuyan gencin hikayesi

Bir genç hafızlığını tamamlarken her gün sabaha kadar Kur’an’ı hatmeder. Bundan dolayı da sabah derslerine yorgun ve bitkin olarak çıkar. Durumu öğrenen hocası Kur’an’ı bu şekilde okumasını arzu etmediği için bir gün onu karşısına alır ve: “Evladım! Biliyorsun Kur’an, indiği gibi okunmalıdır. Bu gece sen Kur’an’ı, karşında ben varmışım gibi oku.” tavsiyesinde bulunur.
Genç gider ve Kur’an’ı hocasına okuyormuş gibi okur. Sabah huzura geldiğinde: “Efendim, bu gece Kur’an’ı ancak yarısına kadar okuyabildim.” der. Bunun üzerine hocası: “Pekâla bu gece de Efendimiz’e okuyor gibi oku!” emrini verir. Talebe şaşkınlık ve heyecan içinde Nebîler Serveri’nin huzurunda olduğu düşüncesiyle o gece daha dikkatli okur. Ertesi gün de üstadına Kur’an’ın ancak dörtte birini okuyabildiğini söyler. Üstadı talebesindeki manevi yükselişi görünce: “Bugün de o emin melek Cebrail’in Efendimiz’e (sallallahu aleyhi vesellem) tebliğ ettiği anda dinliyor gibi oku!” der. Talebesi ertesi gün “Vallahi üstadım, bugün ancak bir sure okuyabildim.” der.
Üstadı son adımı atar: “Evladım! Şimdi de onu binlerce hicabın verasında bulunan Yüce Rabbimiz’in huzurunda okuyor gibi oku! Düşün ki O seni dinliyor ve Kur’an’ı senle mukabele ediyor!” Talebe ertesi gün gözyaşları içinde üstadına gelir ve şöyle der: “Üstadım! Fatiha’dan başladım ilk ayetleri okudum; ama ‘İyyâke na’budu’ demeye bir türlü dilim varmadı. Çünkü ‘Sadece sana kulluk yaparım!’ diyemedim.

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

Age of Empires III’ de Türk Düşmanlığı

OYUNDA TÜRK DÜŞMANLIĞI
Milyonlarca çocuğun bilgisayar başında oynadığı ‘Microsoft Age of Empires III’ oyununda ‘Türk düşmanlığı’ yapıldığı iddiası ortalığı karıştırdı. Türkler’in ‘barbar’ olarak tanıtıldığı oyuna internet üzerinden tepki gösterilmesi üzerine Microsoft yeni sürümde şikâyetlerin giderileceğine dair açıklama yaptı.
Fransa’da yaşayan Türkler, ‘Microsoft Age of Empires III’ün piyasadan çekilmesi için internet üzerinden bir kampanya başlattı. Kampanyanın öncülüğünü İstanbul doğumlu bir Fransız olan bilgisayar mühendisi Sergio Casaretto yürütüyor. Oyunun Türkiye’de de satışa çıkması üzerine protesto kampanyasına buradan da katılım başladı. Oyunun piyasadan kaldırılması için info@microsoft. com.tr adresine protesto mailleri atılıyor. Oyunda Türklere yönelik düşmanlığın körüklendiğini iddia eden Casaretto’nun iddiaları ilginç. İşte Caseretto’nun internet ortamında dolaşan iddiaları:
TAZMİNAT ÖDESİNLER
“Türkler’e karşı ayrımcılığı ve ırkçılığı körükleyen ‘Microsoft Age of Empires III’ oyununun piyasadan kaldırılması ve Microsoft Corporation’ın Türkiye Cumhuriyeti’ne tazminat ödemesi şart. Maalesef her zaman olduğu gibi Türk arkadaşlarımız hiçbir zaman gerektiği gibi teşkilatlanamadıkları için Türkiye ve Türkler’e karşı yapılan haksızlıklara imkân veriyorlar. Alan hiçbir zaman boş bırakılmamalıdır, yapılan en ufak saygısızlığa cevap verilmelidir. Oyun 18 Ekim 2005 tarihinde piyasaya çıktı. Altı aydır kimse fark edip de bir şey yapmadı.”
DÜNYA ŞAHİN BEY’E KARŞI
Age of Empires III tarihsel bir strateji savaş oyunu. Hem oynayarak tarihi öğreniyor hem de strateji geliştirip fetih ede ede oyunda ilerliyorsunuz. Oyun, ‘barbar’ Türkler’i öldürmeyi amaçlıyor. Maltalı St. John şovalyeleri Osmanlılar’ın Malta’yı işgalini önlemeye çalışıyorlar. Osmanlı güçlerinin komutanı da Şahin Bey.. Taraflar savaşıyorlar. Oyunda Osmanlı güçlerinin amacı kaleyi ele geçirip işgal etmek; diğer güçlerin amacı da işgali önlemek. Karşı cephede başka kimler mi var? Almanlar, Fransızlar, İspanyollar, İngilizler... Dikkat çekici olan, oyunda bu ülkelerin o tarihlerdeki bayrakları kullanılırken, Osmanlı orduları için Türkiye Cumhuriyeti bayrağı kullanılmış.
Microsoft: Düzeltilecek
MICROSOFT yetkilileri oyunla ilgili Türkiye’den gelen şikâyetlerin yoğun olduğuna vurgu yaparak, şu açıklamayı yaptılar: “Gelen şikâyetleri, kayıtlara giriyoruz. Şikâyetlerin yoğunlaşması üzerine konuyu ABD’deki genel merkeze ilettik. Bu sorunun giderilmesi için çalışma başlatıldı. Yeni sürümlerde olmayacak.” Piyasadaki oyunların toplatılmayacağını vurgulayan şirket yetkilileri, oyunda güncellemeler yapılarak bu sorunun çözüleceğine işaret ettiler.

Çinliler Ferrari'yi bile klonlamışlar...

Çin saat, parfüm, çanta ve giysiden sonra 3 milyon dolarlık Ferrari'yi de taklit etti. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Frattini "330 P4 modelinden dünyada 6 tane var... Bu da yedincisi" diyerek, ağır bir espriyle Çin'i suçladı.
Çinli bilimadamları, önceki gün önemli bir klonlama adımı attı. Deli dana hastalığına yakalanmayan bir dana klonladıklarını tüm dünyaya gururla duyurdu. Ancak dün açıklanan bir "klonlama" haberi, ne Çin'in ne de Ferrari'nin hoşuna gidecek türden! Brüksel'de basın toplantısı düzenleyen AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Franco Frattini, Şangay'da bir gecekondu mahallesinde çekilen bir fotoğrafı gösterip, "Bu 1967 yapımı 330 P4 modelinden dünyada sadece 6 adet var. Bu da 7'ncisi" dedi. Yani Çinliler, saat, çanta, pantolondan sonra bir otomobilin de taklidini üretmişti!
ORİJİNALİ 3 MİLYON DOLAR
Taklit ürünlere karşı kampanya başlatan İtalyan Frattini, bir süredir Daewoo Matiz, Honda Cr-V, BMW ve Mercedes'in çeşitli modellerine de Çin'de rastlandığını belirtti. Ferrari 330 P4 modeli orijinalinin bugün yaklaşık 3 milyon dolar olduğu belirtiliyor. AB'nin korsan mallara karşı başlattığı yenibir girişimin basına tanıtımında artık Ferrari'nin bile taklidinin olduğunun ortaya çıkması, Çinlilerin "kopyalamada" sınır tanımadığını da gösterdi. Frattini'nin el konduğunu söylediği taklit Ferrari'nin ne kadar iyi yapılabildiğini fotoğraftan anlamak kolay değil.
KORSANA 4 YIL HAPİS CEZASI
Ancak uzmanlar 1967 üretimi spor arabanın taklidinin yapımının son derece güç vurgulayıp kötü bir taklit olabileceği üzerine bahse giriyor! 330 P4, bir zamanlar pistlerde kazandığı başarıyla efsane olmuştu. Yine de arabanın ilk bakışta uyandırdığı estetik etki orijinalinden pek farklı değil. Frattini, marka ürün taklitleri üretenlerin 4 yıl hapis, taklit malların insan sağlığını ya da güvenliğini tehdit eder nitelikte olması halinde 100-300 bin euro arasında para cezası verilmesini teklif etti. Para cezası özellikle gıda ve ilaç gibi hassas sektörlerde de taklitlerin üretilmesi sonucu gündeme geldi.