Salı, Haziran 13, 2006

Çılgın Türkler’in ülküsü

Osmanlı'nın son döneminde pek revaçtaydı genç kızlara matmazel diye hitap etmek. Erkeklere mösyö, hanımefendilere madam demek de… Paris'e gitmek bir imtiyazdı, Fransız modasını takip etmek vazgeçilmez bir tutkuydu.

Fransızca konuşamamak ise en büyük eksiklikti. 18. yüzyıla damgasını vuran bu Avrupa ülkesinin kültürüne vâkıf olamamak, aynı zamanda muasır medeniyete uzak kalmak demekti. Bunun için Fransa'ya giden Jön Türkler, Aydınlanma'nın ışığını alarak döndüler vatan topraklarına. Elbette öğrendiklerini başkalarına aktarmayı kendilerine vazife addederek…

Gün geldi, Fransız ekolü etkisini kaybetmeye başladı. Tabiat boşluk kabul etmediğinden onun yerini bir başkası doldurmak için harekete geçti. Sanayi Devrimi ile birlikte yükselen değer Büyük Britanya idi artık… 19. yüzyılda üzerinde güneşin hiç batmadığı devasa bir imparatorluk çıktı ortaya. Uluslararası sistem ondan sorulur oldu kısa bir süre içinde. Ekonomiye de siyasete de kültüre de yön verdi bu başat ülke. Özellikle küresel ölçekte. Hal böyle olunca dün Fransızcayı tercih edenler için ana gaye, bu kez İngilizce öğrenmek oldu. Matmazellerin madamların yerini My Lady'ler, mösyölerin yerini de My Lord'lar aldı.

20. yüzyılın başında İngiliz imparatorluğu da dünyadan elini eteğini çekince Anglo Sakson medeniyetinin ikiz kardeşi girdi devreye. Güç merkezinin Atlantik'in öte yakasına geçişi Birinci Dünya Savaşı ile başladı, İkinci Dünya Savaşı ile kemale erdi. Artık iktisadî ve siyasî sistemin tek patronu vardı yeryüzünde. Kültür de sanat da Amerikan modeline ayak uydurdu bir müddet sonra. Şimdi moda Blue Jean giymek, Coca Cola içmek, burger yemek, Mc Donalds'a gitmek, Hollywood filmleri izlemekti. Tabii ki İngilizce konuşmak da…

İletişimin küresel ölçekte yaygınlaşmasıyla İngilizce bir dünya dili haline geldi son yüz yıldır. İnsanların anlaşabilmek için kullandıkları ortak bir dil hem de. Çoğu aydın için gelinen bu son nokta "Tarihin Sonu" demekti. Herkes ortak bir medeniyete kavuşmuştu çünkü. Aynı lezzetleri tadıyor, benzer zevklerden hoşlanıyor, aynı kültürel atmosferi paylaşıyordu. Birbirine benzeyen insanlar vardı artık yeryüzünde. Acaba?

Globalleşme bambaşka bir dinamizmi tetikledi aslında. Yerel kültürler kendilerini ifade etme, sahip oldukları zenginliği diğerleriyle paylaşma, hatta küresel ölçeğe taşıma imkânı buldu. Birbirinden uzak düşmüş coğrafyalar aralarındaki mesafeyi ortadan kaldırdı bir çırpıda. O coğrafyalarda yaşayanlar da hasretle kucaklaştı, geçmişin izlerini bir kenara bırakarak. "Medeniyetler Çatışması" tezine inat farklı kültür ve medeniyetten insanlarla "diyalog" kurularak geleceğin dünyasını inşa etme adına "ortak bir dil" arayışına girildi.

Şimdi aklıselim sahibi herkes, bu arayışın nirengi noktasında bulunuyor aslında. Özellikle de Anadolu insanı. Bir avuç "Çılgın Türk" tarihten gelen bir mirasla, sahip olduğu değerleri küresel ölçeğe taşıyıp onları diğer milletlerle paylaşmanın yolunu arıyor beş on yıldır. Farklı renklere, farklı coğrafyalara, farklı kültürel geçmişe sahip insanları "Türkçe" ortak paydasında buluşturuyor, sağdan soldan gelen moral bozucu eleştirilere inat. Üstelik "lisan öğrenmenin ve öğretmenin" stratejik öneme sahip bir değer olduğunun şuuru ve yeni bir medeniyetin inşası için gerekli en temel yapı taşı olduğunun idrakiyle dünyanın dört bir yanında fedakârca çalışıyorlar. Hem de Türkçe'yi bir dünya markası haline getirmek için…

İlk emarelerini görmek istiyorsanız bu yıl dördüncüsü düzenlenen Uluslararası Türkçe Olimpiyadı'nı izlemeniz kâfi gelecektir sanırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder